Mesleki Yazılarım,Sunumlarım
ve Arastırmalarım

"KOMÜNER TOPLUMDAN KÜRESEL FUARLARA"
İnsanoğlu
toplumsal yaşam düzeneğine geçtiği süreden beri birikimlerin,mal ve hizmetlerin paylaşılması
sorunuyla karşı karşıya kalmıştır. Tarihsel süreç içerisinde kültürlerin ticaret imkanlarını
geliştirip bugünkü küresel ekonomilerin temelini oluşturduğu şehirler hatta ülkelerarası mal alım
satımıyla başlattığı atılım bugün bunların tanıtım kaygısıyla
yeni bir sektör yaratmıştır.
1700 lü yılların başında sanayi devrimiyle gelişen
bu tanıtım gereksinimleri sergi,fuar kavramları ile asıl atılım hamlesini gerçekleştirmiş
ve o dönemden günümüze müthiş bir gelişim grafiği çizmiştir.
Günümüz dünyasında hangi sektörü
incelersek inceleyelim tanıtım ve birikimlerini tanıtma kaygısını taşıdığını
görürüz, işte bu yüzdendir ki gıdadan giyime, askeri teçhizattan turizme,mimari alanlardan bilişim sektörlerine
her firma daha fazla satış için daha fazla tanıtım düşüncesinden yola çıkarak fuar etkinliklerine
katılırlar... Firmalar kadar Fuarlara ürünleri incelemeye gelen katılımcılarda önemli yer tutar
öyle ki;firmaların hedef kitlesi müşteriler,müşterilerin ilgi noktası ise ürünlerdir.Durum Böyle olunca
da düzenlenen fuarlarda amaç daha fazla müşteri portföyü oluşturmak olmaktadır; Daha fazla müşteri içinse
ürünün fuar alanında iyi bir şekilde tanıtımı gerekmektedir. Bunun içinse en çok başvurulan
yöntem; fuar alanı içerisinde ilgi çekecek standlar oluşturarak ürünü davetkar kılmaktır.
Uluslar
arası ticaretin ön plana çıktığı günümüzde, fuar alanları yüksek metre karelerle ifade edilmektedir.
Artan katılım oranları ve bir çok markayı bir araya getirip sunma fikri ile geniş binalar oluşturulmaktadır.Hatta
bu fuarlar dünyada şehirlerle özdeşleşmektedir tıpkı; Türkiye de İzmir şehrinin İzmir
Fuarı Almanya da Hannover şehrinin Hannover Messe ,Amerika Birleşik Devletlerinde Detroit şehrinin İnternational
Detroit Fair ile anılır olması gibi. Bu kapsamlı fuar binalarıda gelişim süreci içinde farklı
bir çok teknolojik-mimari sistemleri peşi sıra getirmektedir. Aydınlatmadan akustiğe, stand mimarisinden
konstrüktif alt yapılarına kadar bir çok alanda gözler önüne serilmektedir bu sistemler. Öte yandan Son dönemde
özellikle kitle iletişim araçlarıyla oluşturulan yayınların etkisiyle medyatik öğelerin kullanımı
ile fuar alanlarına ilgi oranını arttırma politikaları gözlemlenmektedir. Çeşitli Animasyonlar,Showlarla
desteklenmeye çalışılmaktadır. Hatta hatta televizyonlarda ürünün sade bir arka plan olarak çekilmesine
razı gelen günümüz Fuar iştirakçileri bu konuda güzellikleriyle boy gösteren modeller,mankenler ve hostesler kullanmaktadır.
Bunlarda fuar literatüründeki yerini farklı sunum stratejileri olarak yer almaktadır.
Oysa günümüzde özellikle
Internet ağının yaygınlaşmasının ardından fuarlara bire bir iştirak etmeden sanal
yolla ulaşıp ürünler hakkında bilgi edinilip hatta satın alınabilecek olması ise sektör içinde
yeni bir sektör oluşturarak insan hayatına kolaylıklar sunmaya devam etmektedir
Fuarlar hayatımızın
artık bilgiye ve ürüne erişimi için vazgeçilmezlerimizden biri oldu.Vazgeçilmez olurken de çoğaldı ve
çoğaldı. Artık Bireyler fuarlara iştirak ederlerken her zamankinden daha seçici bir duruma gelmiş
bulunmakta bu yüzden; Binasıyla,içindeki sistemleriyle,standlarıyla,estetiği ve içeriğiyle çok daha fazlası
hedef alınmalı;her çizgi artan bir kalitenin imzası olmalı bunun içinde her şey çok iyi bir şekilde
tasarlanmalı tasarlanırken olası en kötü şartlar düşünülmeli böylelikle olası en mükemmele ulaşılabilmeli. Çünkü
her çizgi bizim kendi fuarımızdı Mustafa Kemal Mertoğlu
BİR SANAT ESERININ DEGERLENDIRME OLCUTLERI NELERDIR
Bir sanat eserinin degerlendirme ölçütleri nelerdir? Öncelikle herhangi bir sanat eserini degerlendirme
ölçütü ele alinmadan "sanat" kavraminin açiga kavusturulmasi gerekir. Sanat; latince "ars" ve yunanca "tekhne" kelimelerinin
bir birlesimi olup etimiloji açisindan su ayni anlami tasir; "pratik kurallarla belirlenmis bir zanaati uygulama". Platon
ve Aristotales gibi yunan düsünürler "sanat" sözcügünü bu anlamda genisleterek kullanirlar. Sanat(tekhne), dogru bir akil yürütmeye
dayanan ve insanin bir yaratis ortaya koymasini saglayabilen yetenektir. Öte yandan Sanat eseri ise estetik özellikleriyle
bir sanatçinin elinden çiktigini belli eden her türlü nesneyi,resim,heykel,mimarlik,gravür vb...yapitlarina bagli olan
birseyi bunlara ilgi duyan kimselere ise sanatçi denilmektedir. Bu bilgileri temel aldiktan sonra eserlerin degerlendirme
ölçütlerine geçilebilir. Tarih içerisinde iki yaklasim özellikle sanat eserlerinin küresel bir boyut kazanmasini
yani tam bir sanat eseri olarak adlandirilmasi ve küresel bir boyut kazanmayarak eserlerin siradanlasmasina neden olmustur.
Bu iki yaklasim aslinda iki farkli kültürü simgelemekte;dogu ve bati kültürünü. Doguda(özellikle uzak dogu) amaç bir
eserden yüzlercesi olusturularak büyük bir sanat eseri ortaya koymak dolaysiyla her eve her kesime ulasmakti batida ise
büyük bir sanat eseri ortaya koymak bunamukabelen bir bas yapit yaratmak ve bu bas yapitin ününü dünyaya duyurmak. Bu
iki yaklasim terih içerisindeki devinimi içerisinde birçok eserin degerlendirilme ölçütü olmustur. Bunun yani sira sanatin
çevreyle ve sanatçinin yasadigi dönemle kosullanmis oldugu unutulmamalidir. "Sanat Yapiti" genel düsünüs biçimiyle ve
çevreye dayanan törelerle belirlenmistir. Tarihsel süreç içerisinde birçok sanatçinin yapmis oldugu eserler "sanat eseri"
niteligi kazanmamistir ama süreç günümüze dogru ilerlerken adina "yoz sanat" denilen akim ile geçmis dönemlerde tamamlanmamis
eserler bile bu akimla birlikte "sanat eseri" kimligiyle hizla tamamlanma,restorasyon hatta re-konstrüksiyonlarla güncel
hale getirilmistir. Bunun yaninda birçok sanatçinin yapitlarinda kullanilan figüratif kodun çözülmeside önemli faktör
tasimaktadir. Tarihsel süreç içerisinde bu defa karsimiza çikan ölçüt "gizem" olmaktadir. Hala Leonardo da vinci'nin
bir "Mona Lisa" adli yapitindaki verilmis olan tebessümün sanat ve modeli arasindaki esrar perdesi çözülebilmis degil vedolaysiyla
bu gizem ile süregelmisligini korumakta. Bunun yanisira bir sanat eserinin nitelendirilmesinde toplum ön plana çikmistir
muhakak.Toplumun ön plana çikarttigi ise "Begeni" olmustur. Begeni, bir kisinin kendisini bell bir yere koymasinin ve belli
bir yere konulmasinin ilkesidir.Begeniler, diger bir adiyla tercihler kaçinilmaz bir farkin ortaya konulmasidir. Bu
yönde olusan "ortak ve toplumsal begeniler" ortaya konulan eserin niteligini olusturmasinda belirleyici bir ölçüt olusturmaktadir. Ayrica,
hüküm süren bir diger karmasada su olmustur; kültürün özel bir alani olarak "sanat için sanat" akademik,kuralci gelenege,romantik ruha,izlenimcilerdeki
el degmemis bakis inancina kaynaklik ettigi gibi yirminci yüzyilin basinda sanat yapitinin özerkligini ortaya koyan biçimsel
arastirmalara da zemin hazirlamistir, ancak sanat için mi sanat yapilmalidir sanat amaç olmali midir gibi tartismalarda
su yüzüne çikmistir.Bu karmasada ve ölçütlendirmede ortaya çikan ise "Amaç" olarak gözler önüne serilmektedir. Tarihsel
süreçteki bir diger duragimiz ise ilkel toplumlar olacaktir. Birçok yerde farkli ölçülerlede olsa sanat yapilmistir hatta
üretenlerin bunun bir sanat eseri oldugunun farkina varmadan. Bu da ölçütlerimizde karsimiza "kesfedilmeyi" sunuyor.Örnegin
düsmaninin bir heykelcigini yapip ona izdirap vermek adina heykelcigin üstüne çiviler çakmasi ve bunun asirlar sonra kesfedilerek
sanat literatürüne sokulmasi yada daha ileri toplumlara yayarsak sanatçilarin "kendi bakis açilarini" ölçüt tutup birçok
eserlerini gün isigina çikarmamalarini gösterebiliriz. Ayrica tarih içinde dini ve siyasal örgütlenmenin ayni platformda
yeserip dogmatik bir anlayis içerisinde "sanat eseri" tanimini daraltmalariyla ölçütlerin bazi dini kurumlara yarar
saglayacak sekilde indirgenmeside tanimin yapilmasinda tarih içerisinde önemli bir rol oynamistir. Ayni süreç içerisinde
dikkate alinacak bir diger ayrintida sudur bazen bir sanatçinin, yapitlarinin önüne geçmesini yada tam tersi bir yapitin sanatçinin
önüne geçmesi ise sanatçinin kendi özelliklerini döneme yeni bir soluk getiren etken yada yapitin dönem içerisindeki siradanligi
asmasiyla ilintili olup ölçüt konusunda bizi sanatçinin ve sanat eserinin kendi yeni tasarimlariyla sira disiligi evrensel
bir dille etkin hale getirmesidir.
Öte yandan günümüz Türkiye'sine baktigimizda büyük bir karmasanin yasandigi görülmektedir.
sanat eserinden ziyade sarkici,türkücü,aktirs,aktör,dansçi,müzisyen gibi kavramlarin bile sanatçi sifati ile deger buldugu dolaysiyla
ülke toplumunun kültürel anlamda yozlastiran bir anlayisin hüküm sürdügü görülmektedir. Oysa münhasir medeniyetlerde
keskin ayrimlarla belirlenmis olup sanatçinin toplumun bir adim önünde olmasi göz önünde tutulmaktadir lakin, ülkemizde birçok
aydin insanin gerisinde kalan bu insanlarin kendini egitmekten aciz yetileriyle ortaya koyduklari ve büyük bir gaflete
maruz birakilmis toplumumuz adi sözde sanat eseri olan bu ürünlerle gelisimini yada daha dogrusu gelisemeyisini sürdürmektedir.
Tarihsel
süreç içerisinde sanat eserlerini degerlendirmede ölçüt olabilecek noktalari irdelemeye çalistigim yazimda sonunu Türkiyemizin
bir karmasasiyla bitirmeyi uygun gördüm ama temennim o dur ki; toplumumuz arastirmaci,yaratici ve seçici bireyleri kazanma
yolunda büyük adimlar alacaktir.Ülkemizin isiga ihtiyaci vardir ve sanatçi aydinligi alninda ilk hisseden insandir... Mustafa
Kemal Mertoglu
“HABER STÜDYOLARI”
Tarih Boyunca insanlar merak etmişlerdir. İnsanoğlu
bu merakı doğrultusunda geleceğinin mimarı olmuştur.İşte bu yüzdendir ki tarih meydanlardaki
kanlı savaşlarla değil insanın yarına merakıyla şekillenmiştir. Geleceğine
dair bu merakının dindirilmesi ise, kimi zaman bir duman, kimi zaman bir boru sesi kimi zaman güvercin bacağına
bağlı bir nota,kimi zamansa zeval olmaz bir elçinin parşömeniyle hayat bulurken; Günümüzdeyse bir habercinin
dilinden süzülen ve beyaz camdan evlerimize akan sözcük dizeleriyle, diğer adıyla hayatımızın aynası
haberlerle olmakta. Yüzyıllar önce Atinalıların Perslere karşı kazandıkları büyük zaferi,
Marathon şehrine haber ulaştırmayı başarmaları sonucunda elde etmişlerken; bu koşuşturmaca
Modern yaşamın karmaşasında haberin en kısa yoldan seyircilerine sunulma yarışı haline
gelmiştir. Bu Yüzdendir ki, Haber Stüdyoları yarışın bitimine metreler kalan bir kulvar gibidir
her an…
Kameramanından ışıkçısına,rejisöründen haber spikerine hepsi birer yarışçı,birer
savaşçıdır ve ödülleri en kısa zamanda doğru haberi ulaştırmış olmaktır. Nerden
mi? İşte Bu stüdyolardan… Mustafa Kemal Mertoglu (Tv8 Haber Stüdyosu Tasarımına ait Sunumdan)
"ZAMAN
KORİDORU"
Vazgeçilmez
ihtiyacımız İnsanoğlunun vazgeçilemez ihtiyacı; “Yemek ”. Türümüz bu ihtiyacını
yüz yıllardan beri sadece hayatta kalabilmek adına yerine getirmiştir. Ticaret ve ekonomideki gelişmeler
ve paranın bulunması,peşi sıra Çağların ilerleyip insanların daha iyi yaşam koşullarına
sahip olmalarının ardından “Yemek”te sosyal yaşamdaki gelir getirir yerini almıştır. Çağlar
boyunca her coğrafya her kültür Dünya mozaiğine kendinden bir şeyler katmıştır. Küreselleşen
dünyamızda farklı ülkelere gitmeksizin farklı kültürlere ve farklı mutfaklara ait yyiyecek- içeceklere
kolayca erişebilmekteyiz. Her mutfak ülkesiyle anılırken;İtalya,Fransa,Japonya,Rusya,Türkiye,ispanya,Meksika,Çin
gibi kimi mutfaklar bir adım öne çıkmış kimi mutfaklarsa bu konuda geri planda kalmışlardır.
Sizlere,saatleri,çikolataları ve kayakçılarıyla meşhur fakat mutfağı başlı başına
bir kültür mozaiği olmasına karşın geri planda kalmaktan kurtulamamış bir ülkeyi tanıtacağım.Hangisi
mi? Yanıt, “İsviçre”.
İsviçre üzerine İsviçre, hem Avrupa’nın içerisinde
hem de Avrupa’nın dışında bir ülke. Hala AB üyesi olmayışı ve her konudaki tarafsız
tavrı sanırım bu cümleyi daha iyi vurgulayacaktır. Ülkenin asıl yerli halkı “Helvetler(İsviçreye
Yerleşen Kelt Kavimleri)” olarak bilinmektedir.Tarihte Uzun bir süre Roma-Germen imparatorluğunun egemenliğinde
yaşamalarının ardından birçok kanton birleşerek bağımsızlığını
ilan etmiştir.Bir dönem Bonaparte’ın hüküm sürdüğü ülke tarafsızlığına dair antlaşmaları
imzalamasının ardından Konfederasyona dayalı bir sistemle bağımsız bir ülke konumuna gelmiştir.
İsviçre halkı,Fransa,İtalya ve Almanya gibi çevre ülkelerle derin bir etkileşim içerisinde olmasından,
dillerinden yemek kültürlerine bu ülkelerle büyük benzerlikler taşımaktadır. Ülke insanı yeniliğe
fazla açık olmayan, geleneksel,titiz,çalışkan,içe kapanık,resmi,otoriter,milliyetçi ve dürüst sıfatlarıyla
özdeşleşmiş bir yaşam sürmektedir.
İsviçre Restoranı tasarlamak mı? Şu
anda muhtemelen aklınıza gelen soru şudur? “Peki bu heyecan verici olmayan özelliklere sahip ülkeye ait
bir restoran tasarlama fikride nereden geliyor?” Aslında yanıt çok da uzaklarda değil, Bir Türk Restoranını
tasarlamanın ardındaki sorunun yanıtıyla örtüşüyor. Türk kültürü içerisindeki Ege,Akdeniz,Karadeniz,Trakya,Anadolu
ve Rumeli kültürlerine ait farklılıkları Kelt,Germen,Frank ve İtalyan kültürlerine ait farklılıklar
olarak ayrı bir başlık altında sunmakla aynı değerde. Bunun için en iyi adres de “İsviçre”
olsa gerek.
Tasarımda izlenen yol Adresi bulduğumuza göre geriye kalan verileri en iyi şekilde bu
adreste birleştirmek. Bunun için iki ayrı yol vardı elimizde birincisi tarihsel sürecinden yararlanmak
bir diğeri ise Kültürel (Coğrafi) farklılıklarını kullanmak. Üzerinde uzun süre düşündükten
sonra bizim seçimimiz ilk ikisinin birleşimi olan farklı ve de daha zor bir yol seçmek oldu. Bu da aynı mekan
içersinde hem tarihsel hem de kültürel farklılıkları kullanmaya çalışmaktı. Zor bir yoldu çünkü
bu kadar birbirinden ayrı etkiyi aynı mekan içerisinde kullanırken yapılabilecek bir hata karşımıza
içinden çıkılmaz;içinde her şeyi olan ama hiç bir şeyi yansıtmayan bir tasarım sonucuna varmamıza
neden olabilirdi. Bu nedenle mekanı simetrik bir şema olarak kullanmak en mantıklısıydı.
Planlamada restoran kısmını üç bölüme ayırdık, giriş bölümündeki kısım ve sondaki
bölüm birbirinin simetrisini yansıtıyordu. Orta kısmı ise başlı başına bir tasarım
alanı olarak değerlendirmeye çalıştık. Giriş kısmındaki bölüm için daha çok 12.yy
gotik usluba ait Almanya’nın Alplere yakın bölgelerindeki geleneksel mobilyalar tasarlamaya çalıştık.
Giriş kısmında 12.yy İsviçre tarihine damgasını vuran Helberdier Şövalyelerine ait iki
heykel kullanıldı. Bu savaşçılara ait silahların orta bölümdeki seperatörde de kullanıldığı
gözden kaçmamalıdır.
Sondaki bölüme ait çoklu oturma guruplarında ise 15.yy Rönesans-İtalyan üslubuna
ait mobilyalar tasarlanmaya çalışılırken, İsviçre bayrağındaki haçtan yola çıkılarak
planlanan orta bölümdeki mobilyalar, 18.yy Fransız aristokrasisini yansıtan barok tarzda öğeler olarak tasarlanmaya
çalışıldı.Mobilyaların arkalıklarında eğimin kullanılmayışı ilk
bakışta bir tasarım hatası olarak saptanabilir,ancak bilinçli bir şekilde yapılışının
arkasındaki nedense, bu mobilya üzerindeki kişinin taht gibi tasarlanmaya çalışılan koltuk üzerinde
mobilyanın ağırlığını yansıtan statik bir duruşa sahip olmasını sağlamaktı.
Mekanın
bütününde kullanılan pencereler yine gotik tarzda olup ağırlık farkıyla hareket sağlayan giyotin
sistemiyle açılıp kapanmaktadır. Ayrıca tasarlanan Pencerelerde yine Almanya’nın yüksek kesimlerinin
yansıtılmaya çalışıldığı görülmektedir. Mekanın bütününde dikkati çeken bir diğer
özellikse süslemeler,etkin bir zenginliğin ifadesi olarak Pencerelerden mobilyalara,mobilyalardan aksesuarlara kadar
bir çok bölümde bu süsleme öğelerine rastlamak mümkün. İç mekanda tavan ve bar haricinde kullanılan malzeme
ahşaptır. Duvarlarda ahşap kaplama üzerindeki süslemeli çerçevelerin içinde İsviçre’yi oluşturan
kantonların sembollerini görebileceğiniz resimler bulunmaktadır,ayrıca; düşey derzler sayesinde,
mekana görsel algılama göz önünde bulundurularak yükseklik hissi kazandırılmaya çalışılmıştır.
Alçıpan asma tavanda ise planda ayrı bir yere sahip olan orta bölümün üzerinin kubbe biçiminde oluşturulmasıyla
yerdeki farklı etkinin tavanda da sağlanma kaygısının ön plana çıktığı görülmektedir.
Tasarladığımız
mekan içindeki zaman yolculuğumuzun son durağı ise bar kısmıdır. Sirkülasyon alanları arasındaki
son çarpıcılık bu kısımda zirveye çıkartılmaya çalışılmıştır.
Bunun nedeniyse burada geleneksel malzeme ve tasarım öğelerin dışına çıkılmasıdır.
Bar kısmında Günümüz malzemesi olan plastik bileşenleri ,metal profiller ve barın içinden dışarı
doğru yayılan ışık yansımalarının yardımıyla 21.yy a ait çağdaş
bir bar tasarımı oluşturulmaya çalışılarak mekanımız son halini almıştır.
Geçmiş zaman olur ki… Henüz geçmişe yolculuk yapabileceğimiz bir teknolojiye sahip değiliz
ama elimizde günümüzden geçmişe köprü oluşturabilecek bir silah var o da, “Mimari” Bulunduğumuz
zamanın içinde nesnel olarak geçmişin koridorlarında,coğrafya dinlemeksizin yürüyebileceğimiz yerler
yalnızca mimarlığın bize sunduklarıyla sınırlı. Eğer sizde,12.yy Almanya’sından
15.yy İtalya’sına oradan 18.yy Fransa’sına ve oradan da günümüze bir zaman yolculuğuna Türkiye’den
çıkmak isterseniz işte size harika bir fırsat “İsviçre Restoranı” sizleri bekliyor,hem
de İstanbul’un göbeğinde… Mustafa Kemal Mertoğlu 29-12-2003,İstanbul (MKM Restaurant
Le Chalet Suisse,İsvicre Restoranı Tasarımına ait Sunumdan)
"YASAM HATTI ÜZERİNDE BİR İSTASYON;KARAKÖY"
Demir
raylar üzerinde geçmişin yorgunluğunun taşındığı ,her gün Karaköy'den Pera'ya yolculuk
eden binlerce hikayenin sessiz tanıkları , adları;nostaljiyle anılan Tramvaylar.
Tarih yüklü vagonlar... Dünya
mirası içinde hala yaşam savaşı veren 5 Aralık 1874 tarihli dünya'nın en eski 3. yer altı
metrosu;Karaköy-Taksim arasındaki Tünel. İlk yapıldığı yıllarda yolcu ve eşya taşınması
amacıyla kurulan daha sonraysa 1911 yılında elektrikli sisteme geçilmesiyle İstanbul'daki toplu taşımanın
önemli alternatifleri arasında yer alan kent yapılarından biri.
Teknoloji geliştikçe... Karaköy-Taksim
Tramvay istasyonu önemli bir kent yapısı ola dursun gün geçtikçe bu tip kamusal alanlar teknolojinin gelişmesi,zamanın
nakitle ölçülendirildiği günümüzde çehreleri giderek değişmektedir,Vatmanların yerlerini otomatik yolcu
kontrol sistemleri,gişelerinkiniyse akıllı bilet sistemleri almaktadır.
Bir Kent Mührü... Ayrıca
bu yapıların üstlendiği bir görev daha vardır ki o da şehrin siluetinin bir ön izlemesi olmaktır.
Bugün dünyanın sayılı şehirlerinde metrolar, taşımacılığın dışında
kentin altına atılmış birer imzadır. Şehrin sakinleri ya da ziyaretçileri için kültürel yolculuğun
ilk istasyonudur. Şehrin sanatının,mimari dokusunun yansıtıldığı yapısal bir
özet ve de görsel iletişim noktasıdır.
Yaşamın son istasyonuna varmadan... Kimilerinin
bir yerlere hızla yetişme arzusuyla dikkatinden kaçan göz ucuyla farkında olmadan onlarca mesajı zihnine
kazıyan bu mekanlar yaşam hattımızın önemli duraklarından ve henüz bu keyfi yaşamadan Son
istasyona varmak istemeyen varsa buyursun; karaköy'den Pera'ya gidecek tramvayımıza... Mustafa Kemal Mertoğlu (istanbul
Karakaöy Tramvay İstasyonu Tasarımı sunum Yazısından)
KARŞILIKLI
MEYDAN OKUMANIN TAŞINDIĞI MEKANLAR `Salon Tırmanma ve Serbest Düşüş Merkezleri´
Bizler,`Gerçek
Hayatın` başlamak üzere olduğu izlenimine kapıldığımızdan buyana.Her zaman yolumuzun
üzerinde bir engel,öncelikle erişilmesi gereken bir şey bitmemiş bir iş,hizmet edilecek zaman,ödenecek
bir borç oldu.Sonra Hayat başlayacaktı. Sonunda anladık ki; bu engeller bizim hayatımızdı.
İnsanoğlu`nun
yüz yıllar önce zorlu yaşam koşullarına uyum sağlayışı artık günümüz teknolojisinin
gelişimiyle aranan bir nostalji aracı haline geldi. Hayatta kalabilme mücadelesi içerisinde alınan mesafe
bizi daha kolay bir yaşam standardına yaklaştırırken, geçmişimize ve yaşadığımız
zorlukların hatıralarından uzaklaştırdı.
Kent yaşamı içerisinde her gün bir
öncekinin karbon kağıdı üzerine işlenmiş bir kopyası haline geldi. Bir yerden bir yere ulaşmak
için; otomobiller,uçaklar,yükselmek için asansörler,teleferikler dijital bir oyunun vazgeçilmez parçaları olarak bu koşuşturmadaki
yerlerini aldılar; Kimi insanlar ise, tüm bu gelişmelere rağmen doğayla inanın serüvenin asla
bitmeyeceğine inandı. Asırlardan beri süregelen karşılıklı bu meydan okumanın sonsuz
bir yarış olduğuna inandılar; kimileri bu meydan okuyuşu Himalayalar´da,Kimileri Alplerin Zirvesinde
kimileri ise Ağrı dağı´nın eteklerinde sürdürdü;Kimi kazandı kimisiyse,kaybetti;
Peki
bu serüvenci ruhu taşıyıp ta Kent yaşamı içerisine hapis olan insanlar için ne yapılabilirdi?
Yanıt basit, Tırmanış salonları ve serbest düşüş mekanları.
Dağcılık
Kulübü İki silodan birinin dağcılık kulübü olarak tasarlandığı projede . İskeletinin
çelik konstruksiyon ve ahşap yuzeylerin fiberle kaplanıp oluşturulduğu tırmanma parkurları .
Soyunma odaları,Duşlar ve revir . Kayıt,satış çevresinin ve kafesinin(Ortak Alan) oluşturduğu
birimler yer almaktadır.
Paraşütçülük Kulübü Diğer silonun Paraşütçülük kulübü olarak tasarlandığı
projede . Metal konstruksiyon ve alüminyum profillerin yastıklarla çevrelendiği serbest düşüş birimi .
İçerisinde pervane,ızgara ve B-24 Stabilizer adı verilen Motor ekipmanlarının bulunduğu mekanik
birim ve hava sirkülasyon çevresi . Kayıt,satış çevresinin ve kafesinin(Ortak Alan) oluşturduğu
birimler yer almaktadır.
(Mustafa Kemal Mertoğlu Doğa Sporları Merkezi Tasarımı Sunum
Yazısından)
ORTACAG'DAN YENI CAG'A FELSEFE VE SANAT
Felsefe ve Sanat, kültür dünyasının iki ayrı,
ama birbiriyle yakından ilintili alanlarıdır. Bu iki alan arasında, aynı tarihsel dönem içersinde,
her zaman bir paralellik ve benzerlik bulunur. Üstelik göreceli olarak birbirlerine daha yakın olan sanat ve felsefe
alanlarındaki bu ilişki, diğer kültür alanlarına oranla çok daha dolaysızdır, belirgindir.Yazar,
bu çalışması, Ortaçağ ın olgun evresinden Rönesans ın kendini belirgin olarak sunuşuna
kadarki zaman dilimi içersinde yaratılan felsefe ve sanatın nasıl bir benzerlik gösterdiğini inceliyor.
Ortaçağdan Yeniçağ a Felsefe ve Sanat, sanata, sanat tarihine ve felsefeye ilgi duyan herkesin yararlanabileceği
türden bir eser. Yazar kitabında tarih boyunca toplumların sanatları ile felsefeleri arasındaki ilişkiyi
aktarma kaygısındadır. Sanatın toplumsal ve kültürel gelilşimini aktarırken diğer yandan
yazar özellikle Ortaçağ sanatı ve Rönesansta üzerinde durmuş ve karşılaştırmalarda bulunmuştur
bunu biraz daha irdelemek gerekirse yazarın araştırmalarına göre; Ortaçağ sanatı,aynı
dönemin felsefesi gibi,doğaya karşı ilgisiz kalırken,Rönesans ta hem felsefenin hemde sanatın doğaya,
insana ve antik kültüre birlikte yönelmiştir. Okumuş oldugum çalışmada felsefe ve sanatın karşılıklı
ilişkisi, birinci olarak içerik bakımından sınırlandırılmıştır. Bu iki alanın,
tarihsel gelişimlerindeki paralellik ile nitelik olarak birbirleriyle benzerlikleri ve ortak yönleri saptanıp ortaya
konulmaya çalışılmıştır. Kaçınılmaz olarak yer yer ikisinin arasındaki etkileşim
ilişkisine girilmişsede temel olarak bu çalışma,söz konusu olan karşılıklı ilişki
ve etkilerin niteliği ve nedenleri üzerinde değildir buna ragmen dikkatimi çeken nokta şu olmuştur; ortaçağ
incelenirken felsefenin sanatı nasıl etkilediği üzerinde kapsamlı bir şekilde durulmuştur bu
da okulumuz öğretim görevlilerinden olan Sanat Tarihçisi Atilla Atlan ında hep üzerinde durmuş oldugu her tarihsel
dönemdeki fikir anlayışlarının deger yargılarının toplumu yönetenler,toplumdaki alt ve
üsrt tabakada bulunan bireylerin inanç dünyalarının sanata büyük ölçüde yön verdiğinin tekrar dile getirilmesi
olmuştur. Zaten Orta çağ dan yeniçağ a geçişte skolastik düşüncenin nasıl yerini hümanist bir
akıma bırakıldığı kitapta skolastik Felsefe Skolastik felsefe ile çağın Sanatının
İlişkisi ve daha sonraysa skolastik Egemenliğin sarsılması akabinde skolastik!in Gücünü Yitirmesi
;ile son olarak Skolastik Mutlak Doğru Düşüncesinin Son bulması adlı bölümlerde derinlemesine bir irdelenişle
gözler önüne sergilenmektedir... Özellikle Ortaçağ ın irdelenen bu yüzünden sonra sanattaki bir çok geçişsayılabilecek
değişimleri yansıtmıştır yazar ve bu geçiş süreceni ise köprünün diğer yanına
yani Rönesans a taşımıştır. Bunu yaparkende bir çok sanatçıyı düşünürü incelemiştir
yeniçağ a adım atılırken Sanatta genel eğilim ya da kalıplaşmış biçem kuralları
nın yavaş yavaş aşılmakta oldugunu vurgalayarak Ünlü sanat tarihçisi Gombrich in verdiği başrol
oyuncularını şu alıntıyla kitabında anlatmıştır; sanat ın tarihi, Giotto
dan başlayarak, ilkin İtalya da,sonra’da öteki ülkelerde büyük sanatçıların tarihi olmuştur
Kitabın diğer bir bölümü olan Rönesans Felsefesindeyse insana yöneliş olan Hümanizmin temelleri anlatılmaktadır
yazar bu bölümde Macchiavelli, Petrarca,Dante gibi düşünürleri anlatmaktadır. Ardından yazar felsefi düşün
sistemini verdikten sonra Rönesans sanatına mimarlık,resim,heykel dallarında bilgiler ve örnekler vererek kitabına
devam etmiştir. Burada dikkatimi çeken Brunolleschi,Leone Batista Alberti,Donato Bramante gibi mimarların öreneklemelerinin
kısa herkesin anlayabileceği tarzda olmasına karşın çok yüzeysel ele alınmaları olmuştur.
Resim dalında verilen örneklemelerde Masaccio,Fra Agelino,Pietro Perugino,Dominico Ghirlandio,Rafaello Heykel kategorisinde
Nanni di Banco,Donatello,Rossellino,Helangelo Buonarrotti gibi ustaların yer almasına karşı bir Leonardo
Da Vinci nin bir Michelangello nun ayrıntılı bir şekilde yer almaması Kitaptaki en büyük ve yadsınamaz
eksiklik olarak gözler önüne serilmektedir.Kitabın içeriğinde resimde öznelcilik,uzayın perspektif yorumu,fiziksel
nesneler dünyasına ilgi gibi Resmin yavaş oturmuş bir karaktere sahip olmasını sağlayan yapı
taşlarınada değinilmiştir. Genel Olarak;Bu tarihsel süreç içerisindeki gelişimleri kitabı
bitirip kapattıktan sonra ise;sanat ve felsefenin birbiriyle yakın ilişki içinde olan kültür alanları
oldukları,aynı kültür ortamı içinde ikisi arasında benzerlikler bulunduğunu;bu iki alanın paralel
bir gelişim çizgisi izleyerek, kültür dünyasındaki değişim doğrultusunda birlikte ve benzer bir biçimde
değiştikleri, Bu değişimin, Ortaçağ dan Yeniçağ a geçiş Sürecine Özgü bir yanının
oldugu zihnimizde kalan en büyük öğreti olarak yerini almaktadır.Hem felsefenin hemde sanatın ilgilerini öbür
dünyadan Bu dünyaya yöneltmeleri,ayaklarını yere basmaları konusundaki tarihsel süreci birçok anekdotla biz
okura aktarmıştır.Kitabın sonunda Bu çağlara ait bazı plan ve mimari resim ve heykel alanındaki
eser buna ek olarakta birkaç eskiz çalışması ayrı bir bölüm olarak verilmiş ve indeksleştirilmiştir
sanata ve felseye ilgi duyan yada bu iki konunun nasıl birbirini etkilediğini öğrenmek isteyen herkes için
anlatım biçiminin sade olduğu bu kitap edinilmelidir... Mustafa Kemal Mertoglu
|