Kimi
Edebi Kimi Güncel Konular Üzerine Deneme, Makale ve Arastırmalarım
“Give it a chance”
I am so peaceful now because,I am writing again
also, I'm also glad to be able to rewrite.
I dont know Should I be happy or sad in fact. Something like this just to unburden one's heart…
This is not a
letter or poem . I've written before that happened. I'm just a bad, a bit of statistics.so, when I ‘ wrote I've
lost… writting is like climbing to peak for me. Because of this so painful.
Only one person
is successful, to look down on clouds. In fact, this is the gap between. This
imbalance and imbalances is itself.
They say, wish
people could love each other as. in fact, the sentence is not correct. So it should be “I
wish she/he could love me as I do”
But it is not so, already so it should’nt be.
I'm at ease for I know this. So,this is start the match without draw. You know ;you can win too or
might lose. So you're so peaceful cause of this…
On the other hand, The biggest fear in life is another followed in the footsteps of secluded to you.
Every second someone else's mind and heart to know that you are a terrible situation. If
you think that followed,you can run away quickly.
No,no In fact
this is not the issue. I’ am not therapist of relationship,. is not my job…
I believed in love overcome everything before. perhaps
not so…
actually not
very difficult to understand knocking of love, just need some time to pass…
Maybe, we are start
; to listening more romantic songs, forget the pot
on the stove,to miss stations in twice, couldn’t stop yourself to cry silently in the back of a boat, to
avoid the negative things and just want to build a beautiful dream so, would take a bit of insomnia…
Also, nothing is not worth it to live without thinking
of the most beautiful.
Love,
will help you face the facts even you hide your own… Maybe sometimes you have to go to the theater
or a movie alone. Always have an excuse. perhaps the most pathetic is “saying that you concentrate more alone”… Because when you go, maybe you
do not envy but,you can desire others…
You must hold
on to all the love that you found in this cruel world.I didnt say to you “be
a love bug” on the other hand, Just try to love, and be able love some more… Who
cares how well you love the others… You can also do it from far away or also very closely.so,
No matter how you are met. your hearing , looking is
not even important… Because,this is the world also may be in love with the blind… love is come true completely by chance.
There is no timeline about love.Further, love is not registered in our
appointment book…
We cant say “At
the moment I do not want to fall in love” or we set a time and if we be that we will continue…”
Love comes in
unexpected moments and is well placed to your side until you show the path to
the door it. So, Not in the wisdom of love, I never heard of the
Nobel Prize has been awarded fort his.
Finally, my
words of Woody Allen's "Whatever Works-What if it works" with an excerpt from the film I'd like to punctuation;
“That's
way I can't say enough times, whatever love you can get and give,whatever happiness you can filch or provide,every temporary
measure of grace,Whatever works.And don't kid yourself,it's by no means all up to your own human ingenuity. A bigger part
of your existence is luck than you'd like to admit.”
So give you an
opportunity , What will be lost, however,”Whatever Works” something out…
Mustafa Kemal
17.07.2010
Türkiye'nin Sorunu "ERKEN BOSALMA"
(Politik Makale)
Yıl 2003, Yer Türkiye Cumhuriyeti. Halk bezgin ve
sorunlarına çözüm bekliyor. Türkiye cumhuriyeti ise iktidar sahiplerinin kendi çıkarlarına düzenlediği
yasa tasarılarının kaosunu yaşamakta. Yeni bir AK sayfa sözüyle “Tek başına,iş başına”
gelen ve tek başına bu problemleri çözemeyeceğini anladığında yan komşumuz olan Sam Amca’dan
yardım isteyen tıp literatürüne “Ak Sendromu” olarak gecen Ak(ut) solunum yetmezliğini yaşamaktayız. Türkiye’de
gündemin sık sık değişmesini lehine kullanan bir hükümetin şifahen söylenmiş vaatlerini artık
bizler dahi hatırlamıyoruz; Belki de bunun asıl nedeni üç aylık süre içerisinde çözümden çok çözümsüzlüğe
inandırılmış olmamızdır. Tüm bunlara karşın yaptıklarımız yapacaklarımızın
garantisidir söylemini hala savunurlarsa bu üç aylık dönem sonrasında tünelin ucunu göremeyebiliriz. Bugün büyük
devlet olarak anılmak yerine büyük devlet olmayı amaç edinen batı toplumlarına baktığımızda
halklarının daha iyi bir yaşam standardına kavuşması için yaptıklarını açıkça
görebiliriz. Öte yandan hala kuruluş dönemindeki atılımlarıyla övünen bir millet yaşamakta Avrupa’nın
doğusunda... Bugün büyük devlet olarak adlandırılan ülkelerin parlamentolarına verdikleri isimlere
bir bakalım; A.B.D’de “Kongre,Senato ve Temsilciler Meclisi,Rusya’da parlamento ve alt kanadı
Duma, İngiltere’de Avam kamarası” Türkiye’de ise “Türkiye BÜYÜK Millet Meclisi”. Şuan
ki tabloya baktığımızda Mustafa Kemal’in kurmuş olduğu meclis’in aldığı
kararları,icraatları düşündükçe bugün, sıraları kaplayan beş yüz elli den az olmayan vekillerimizin
ülkemizi nerden nereye getirdiğini daha iyi anlarız. Halkı bir üçüncü dünya devleti olmaya namzet bir hale
getirmelerinin ardından Meclisin adının hala “Büyük” olması doğrusu düşündürücü.
Sanırım gelişmiş toplumların parlamentolarında yürüttükleri işlev ve büyüklük ters orantılı.
Bir diğer yandan, ülkemizde bir çok aydın,düşürü,akademik kariyer sahibi insan düştüğümüz bu
darboğazda sorunlarımızı irdelemekle meşgul. Kimine göre, sorun ekonomik,kimine göre sorun toplumsal,kimine
göre sorun sistemde. Oysa düşündüğümüzde sorunun yanıtının çok basit olduğunu görebilirsiniz,
çünkü; Türkiye’nin sorunu “Erken Boşalma”. Dünyanın hiçbir yerinde üç ayda devlet teşviki
ve aciz B.D.D.K’nın göz yummasıyla bankalar kurulup erkenden içinin boşaltıldığı
bir devlet yok. Dünyanın hiçbir yerinde çalışanının,emeklisinin sabahın erken saatlerinde maaş
kuyruklarına geçip aldığı paranın ay sonu gelmeden erkenden ceplerinden boşaldığı
başka bir devlet yok; Emperyalist güçlerin kendi çıkarları doğrultusunda aldıkları savaş
kararını meclisine en erken taşıyan başka bir devlet yok;Yine erken boşalıyoruz. Hiçbir
Avrupa Birliği’ne aday ülke adaylığı onaylanmadan gümrük birliğine girmezken biz iç pazarımızı
tek taraflı olarak A.B’ye açarak üye olmayı beklemeksizin erkenden bu kararın altına imza atarak
üye oluyoruz. Böylelikle dış ticaret hacmimiz 70.000.000 Dolarlık bir boşalmayla karşı karşıya
kalıyor,biz yine erken boşalıyoruz... Örnekleri çoğaltmak mümkün. Görüldüğü üzere ülkemizin en
büyük sorunu “Erken Boşalma” Bugün bilirkişilere sorarsanız erken boşalmanın ana sebeplerini
olarak “Psikolojik çöküntü ve depresyon” olduğunu ve ilaç tedavisiyle rahatlıkla giderilebilindiğini
söyleyeceklerdir. İktidarsız iktidarlara duyurulur... Mustafa Kemal Mertoğlu 21-04-2003
"KAÇ ÇOCUKLUK VAR YASAYACAGIMIZ?"
İstanbul'da kış ve gece ; kar karanlık bir şehir ve içinde o çocukluğumun yitip
bilmeyen özlemleri.Benim çocukluğumu yaşadigim şehirlerde hep özlem duymuşumdur kara ama her defasında
bir yağmurla eriyip gitmiştir çocuksu düşlerim,bilirsinizya Rize'de ılımandır hava ve metre
kareye 2400mm düşer yağış.Bunu her coğrafya kitabı iklimin etkilerinde anlatır oysa bir
iklimin bir çocuğun düşünü nasıl etkilediği hiç yer almaz o bilmem kaç sayılı yasayla çıkan
kitaplarda... Büyüdükçe çocukluğumuzun değerini anlarız,kıymet bilmez zamanlarımız dışarda
yıllar önceki emsallerimizi gördükçe içimizi titretir,içimizi titretirde anılar içinde kaybolmaktan başka birşey
gelmez elimizden...Koskoca evde dışardaki beyaz örtü üstünde neşeyle oynayan çocukların gülücükleri yankılanır.
içimizden atkımızı paltomuzu giyinip çıkmak doyasıya oynamak karlar üstünde yuvarlanmak gelir. Sonra
düşünürüzde;ya sonra? Eve geldiğinizde size yıllar öncesinde söylenmensinden suçluluk duyduğunuz o sesi
ararsınız,halıları ıslatmışlığınızın buyuk suç sayıldıği
eve bir avuç kar getirmenin çocuksal anaysasında hüküm giydirdiği yargıçlari ararsınız ve yine o
başıboşluk hüküm sürer o koca evin içinde.Elbisenizi değiştirirken size yardim edecek kimsenin olmadığını
görürsünüz üstelik şu bulamadığınız kazağınızın kolunu tutacak bir elde yoktur
ortalarda... Hüzün beyazdır bu kez, kırlaşan saçların insanlara gençliğini anımsatması
gibidir,yılların geriye çark etmesinin en arzulandigi zamandir,çünkü dışarda çocuksu özlemler yağmaktadır...
Şimdilerde kardan Adamlarda yok eskisi gibi havada feminist bir iklim hüküm sürmekte yıllar öncesinin kardan adamlari
bugunun Kardan kadınları olmuşlar,sanki çağdaşlaşan kanunlar kardan kadinida kardan adam kadar
erimez kılmış. Yine çocuklaşıyorum,belkide yasayamadıklarım aklıma geliyor belkide
yaşamak istediklerim çocukluğumuzu çalan sınavlara,kat sayılara sınav sistemlerine beddualar okuyorum
bu acımasız engizisyona yenik düşen çocuksu yıllarımın özgürlüğünü arıyorum. Dışarda
şarkı söyleyen davetkar rüzgarla ve ona eşlik eden kar tanelerini yok sayıp,perdelerimi çekip; ezberledigim
formüller,hayat kadar küçük oldugunu simdilerde anladığım yüzölçümler,arapça'dan kalma nazım şekilleri...
Bir bir yargılıyorum hepsini... Yarın sınavım var ;bense inadina yağan karı izliyorum penceremin
kenarında ve perdeleri sonuna kadar açıyorum;oh be! işte özgürlük bu, işte yasayamadıklarımın
çocuksu isyani bu;ilkkez bir sınava hazırlıksız yakalanmanın hazzını doyasıya çıkarıyorum...
Dışarda durmaksızın yağan karı izledikçe çocukluğumun masum arkadaşlıkları
canlanıyor gözlerimde,bir muşanba kesip bulduğumuz dik bir yokuştan kayarken düşmemek için sıkıca
sarıldığımız arkadaşlar,Karşıt cinsiyettekilerin birbirlerine olan düşmanlığından
uzak yerdeki kar kadar berrak dostluklarim geliyor hatirima artık onlarda yok; heryanı bir çıkar furyası
sarmiş o beyaz karları kirleten kömür karalığında, bir an arkanızı dönseniz sizi sırtınızdan
hançerleyecek insanlar var dört yanınızda,çocuksu sevdalarınızın utangaçlğı şimdilerde
bir özür sayılıyor ve sevdalar kirletilmiş.Duygular sıfırın altında donup gitmiş.
Herşeyi yaşamalı zamanında insanoğlu,parlak bir gelecek için geçmişe özlem duymamalı yaşadıklarının
doymuşluğu tok tutmalı ruhunu... Bakın dışarda kar yağıyor;giyinin eldiveninizi,kuşanın
atkınızı ve çıkın dışarı doyasıya oynayın karda,yuvarlanın bırakın
elleriniz üşüsün,bırakın eve girdiğinizde yaramazlıklarınız için söylenilsin,bırakın
evinizin halıları ıslansın,bir düşünün yasayacağınız kaç tane çocukluk var... Mustafa
Kemal Mertoglu
BEKLİYORUM...
Şimdi bir tacir olsa da pazarlığa otursam diyorum. Düşle gerçek arasına
sıkışmalarımın zirvesindeyim; sırat köprüsü inceliğinde ve belki de daha keskin ! Hangi
yüzünde kendimi görebilirim ? Bir uçta ben, bir uçta hayallerimin olduğu bir skala! En alaca hayallerimde bile bu rengi
düşleyememiştim ! Ve ben en alaca boyanmışlığın karartmasındayım sen yokken yanımda!Sevda
tadında bir masalın kahramanı gibiyim uyuyan güzeli uyandırmak olsa gerek bana düşen, keşke;uyanmanı
sende istesen. Artık panzehiri olamayan zamanlara gelişim, dönmeyişim , dönmeli miyim ? Dönme eylemine kaç
ek daha getirebilecek zamana sahibim ? Her ek gereksizlik tınısında olsa da ruhum ezbere okuyor melodileri....
Ve ben ekliyorum,ekleniyorum,...bekliyorum! Şimdi sorarım sana; yamalı bir ruh ne kadar eder? Mustafa Kemal
Mertoğlu 12/04/2002 03:55
“Bir Fırsat
Verin…”
Artık o kadar huzurluyum ki, çünkü tekrar
yazıyorum, hatta tekrar yazabildiğim için de seviniyorum. Aslında sevinmem mi gerek yoksa üzülmem mi onu da
bilmiyorum. Bu tıpkı içini dökmek gibi… Ne bir mektup ne de bir şiir… Hayatımda bundan öncede
yazdım. Onlarda da huzurluydum. Sadece istatistiksel olarak biraz şansızım ne de olsa her yazdığımda
kaybettim… Yazmak benim için doruğa çıkmak gibi; O yüzden düşüşün bu denli acı vermesi. Ne
de olsa iki kişiden sadece birisi çıkar bulutlara tepeden bakmaya… Aradaki bu uçurumdur aslına, bu dengesizlik
ve dengesizlik; aşkın ta kendisi…
Keşke herkes aynı derecede sevebilseler
birbirlerini derler… Aslında cümle öyle değil “Keşke o da benim onu sevdiğim kadar beni sevebilse”
dir… Ama hiçte öyle değil. Öyle olmamalı da zaten… Bunu bildiğim için huzurluyum, bunun öyle olmayacağını bilmek;
her şeyi göze alabilmek, beraberliğin olmadığı bir maça çıkmak gibi… Kazanabileceğini
de bilirsin, kaybedebileceğini de işte bu yüzden huzurlusundur biraz da…
Bu iki olasılığın karşında
duran diğer kişinin yerine de koyabilmeli biraz. Her saat, her dakika, her saniye kendisinin, başka birinin
zihninde ya da kalbinde olduğunu bilmek ne korkunç bir durumdur. Bir mühlet sonra attığı her adımdan
şüphe etmeye başlar. Çünkü her adımın nasıl yorumlanacağını bilememesi onu korkutur.
Kendi gibi yaşayamayacağı bir dünyada sınırlandırılmak gibi bir talihsizliğine uğramaktansa
yolunu değiştirmeyi yeğ tutar… Hayatta en büyük korku tenhada adımlarınıza arkanızdan
eşlik eden başka bir ayak sesidir. Ne kadar izlendiğinizi düşünürseniz o kadar hızla kaçarsınız…
Hayır, hayır konumuz bu değil…
İlişki terapistliği yapacak değilim bu konuda. Sadece güzel şeyleri hissetmek önemli. Hedonistler
kadar da ileri gitmeyeceğim çünkü kapıyı çalana kadar aşkın her şeyin üstesinden gelebileceğine
de inanırdım belki de ama öyle değil…
Aslında onun gelip kapınızı
çaldığını anlamanız da çokta zor değil. Sadece biraz zaman geçmesi gerekiyor.
Belki yürürken sağa sola biraz daha
fazla çarpmaya başlıyorsunuz, demliğinizi ocakta unutup saatler sonra zifiri bir kokuyla kendinize geliyorsunuz,
otomobilin camına kafanızı dayadığınızda inmeniz gereken durağı çoktan geçtiğinizi
hatırlıyorsunuz, olumsuz her şeyden kaçmak ve sadece güzel hayaller kurmak istiyorsunuz, birazda uykusuz kalıyorsunuz…
En güzeli de hiçbir şeyin buna değip değmediğini düşünmeden yaşıyorsunuz… Kendinizden bile gizlediğiniz gerçeklerle yüzleşmenize yardımcı oluyor… Belki
çoğu zaman Tiyatroya ya da Sinemaya yalnız gitmişsinizdir. Her zaman bir bahaneniz vardır. Yalnız
daha fazla konsantre olduğunuzu söylemek belki de en acınansıdır.
Çünkü ne zaman gitseniz; belki kıskanmazsınız yine de imrenerek iç geçirirsiniz. Hiçbir zaman iki kişinin
dışarıda akşam yemeğine çıkmasının da en iyi birliktelik olduğunu düşünmezsiniz,
bu sadece başınıza gelendir hepsi bu… İşin garibi de hissettiğiniz o iyi ve ya kötü duyguyu
hep ilk taksicinin biliyor olmasıdır. Milyonlarca kişinin yaşadığı bir şehirde bir
daha ne zaman denk gelebilirsiniz ki?
Peki, zamanımızı en çok neyle
öldürüyoruz… Aslında en çok paylaştığımızı sandığımız anların
içinde. Konuştuğumuzda… Baştan sona herkesi memnun edebilecek bir konuşma, sohbet vs var mıdır?
Eminim ki yoktur… Olsaydı zannedersem hepimiz adanmışlık duygusuyla dolup taşan koyunlardan
farklı olmazdık. Önemli olan hiçbir şeyi zorunda olduğunuz için yapmamak, gerçekten de istediğiniz
için yapabilmek. Tamam, tamam kimseyi kızdırmak istemem. Hele ki yaşamımızı idame ettirmeye
çalışırken ister istemez onca sorumluluk omuzlarımızdayken…
Hiç olmazsa kendiniz için “özel” olduğunu düşündüğünüz biri içinde bu göze alınamaz
mı? Hayatı belli hep aynı ritüelleriyle yaşamak en fazla
insanoğlunu yorar bu kaçınılmazdır.
Bu acımasız dünyada bulduğunuz
her sevgiye tutunmalısınız. Her neyle ilgili olursa olsun… Birer aşk böceği olunda demiyorum
size. Sadece sevmeyi, sevebilmeyi biraz daha deneyin. Hem kimin umurundaki kimi nasıl sevdiğiniz. Çok uzaklardan
da bunu yapabilirsiniz, çok yakınınızda. Nasıl tanıştığınızın da bir
önemi yoktur. Görmeniz, duymanız konuşmanız bile önemli değildir. Çünkü burası dünya ve “Körler”
inde aşık olabileceği unutulmamalıdır. Aşk dediğimiz şey de tamamen şans eseridir.
Aşkın zaman çizelgesi de olmaz.
Ajandanızdan randevu verebileceğiniz bir şey değildir çünkü. Şu sıralar olmak istemiyorum, ya
da kendimize şu kadar zaman tanıdık olursa devam edebiliriz denecekte bir şey değildir. Beklenmedik
bir anda gelir ve yanınıza yerleşir ta ki siz kapının yolunu gösterinceye değin… Aşkta
bilgelikte olmaz. Bunun için Nobel ödülü verildiğini hiç duymadım…
Son olarak sözlerimi Woody Allen’in
“Whatever Works-Ne olsa işe yarar” filminden bir alıntıyla noktalamak isterim;
“Bulabileceğiniz veya alabileceğiniz
her sevgi, tutunabileceğiniz veya sağlayabileceğiniz her mutluluk; iyiliğin, geçici de olsa her bir ufak
parçası –Ne olsa işe yarar. Ayrıca kendinizi kandırmayın
bunun doğuştan gelen yetenekleriniz veya zekânızla bütünüyle ilgisi yok. İtiraf etmek istemseniz de varlığınızın
büyük bir kısmı şansa dayanıyor…”
O yüzden Siz de bir fırsat verin, kaybedecek
ne var ki “Ne de olsa işe yarar” bir şeyler çıkar…
Mustafa Kemal Mertoğlu
"SANA ÖZGÜRLÜK
VAAD EDTMİYORUM,SAVAŞMANI İSTİYORUM"
Gece içinde hüküm süren bir yalnızlık var.Dindirilmesi
muhtemel; kimi zaman radyoda bir ezgi kimi zamansa bir şiir bir kitap görülmeyen bir yoldaşı oluşturur
zihnimizde! hani tutmak isteriz dokunmak isteriz kimi zamansa arzularımız depreşir bir göz temasından
çıkan cehennem yangınında yanmak istersizde anlarız ki boşlukta duran bir yıldızdan farklı
değilizdir anlarız ki gök yüzünde bizim gibi milyonlarcası var anlarız ki herkesin ayrı bir öyküsü
var.Kiminin yalnızlığıdır ayrılış, kimininse yalnızlığıdır
ölüm,kiminin yalnızlığı varlık içinde yokluktan bir izdir kimiyse hep yalnız olmuştur;öksüzlükte
yalnızlığa dair değilmidir zaten... Oysa yasamda insanları mutlu edebilecek nice güzellikler vardırda
biz farkında değilizdir hep alışmışızdır birseylerin önce kötü yanını görmeyi,hep
alışmışızdırya hep bir şeylerden uzak durmayı kim bilir bu belki bir eğriltileme
bir savunma biçimi yada bencilliğimizi dışa vuruşumuzdur... Gün gelir karşıdan gelen sıcak
bir merhabaya dahi oralı olmadığımız olmamışımıdır kendimizi karşımızdakinin
yerine koymadan,bir beklenti içermeyen merhabalardan bile kaçan bizler olmadık mi? düşündüğümüzde kazancımız
ne olmuştur dalgalanmaya bırakılan ekonomi içinde kâr sayılan sözcük sarfiyatı... Olanlar karşısında;
yakınma,soyutlama yada herseyden vazgeçme kapıları üstümüze kilitleme, heyecanlarımızı körükleme
yerine kuşkular denizinde başıboşça yol almak değil midir yaptıklarımız! onun için
yazılmamış midir " benim tek dostum içkim sigaram;onlarda terk ederdi olmazsa param" bu güvensizlikten sıyrılamayışımız
değil midir hep başlangıçları şeytan üçgenlerine mahkum etmemizin. Bazen Hiç düşünmeden hiç
tanımak istemeden hiç olabileceklerin bilinmez denklemlrinde gezinmeden tüm olasılıkları Riziko'da kazanılmış
bir günün fırsatı olarak görerek başlamayı denemeyecek miyiz? Zaten o terk edilişin o korkunun ardındaki
büyük sızı hep "tanıdığımız bildiğimiz" olayların,kişilerin ardından
bize kalan yanılgı mirası değil midir? "yanlış tanımışım" lafının
ardındaki aldanma bu değil midir! Meçhulliyetinde adımlanan bir başlangıcın ardından bir
insan kendini ne kadar yanılmış sayar üzülmesi için kaç tane yegane sebep sıralar... İnsan olalı
hep doğru zamanı beklediğimizin yanılgısına ulaşmamışız mıdır
ilk tadında ertelememiş miyiz birçok şeyi. Sabretmenin büyük bir erdem olduğunu söyleyip son nefesimizi
keşkeler dolanmış cümlelerle vermeye mahkum bir hayat yaşamamış mıyız! Hep karşımızda
engellerden bahsetmemiş miyiz oysa nesneler bile ayna karşısında olduklarından daha büyük değil
midir bu yanılgıyı bildiğimiz halde korkularımız yüzünden bakmamış mıyız
dikiz aynamıza hep zarar görmekten korkarak kaçan lokomotiften sade bir vagon dilememiş miyiz! Görünüyor ki Birçok
şeyi korkularımıza,incinmek istemeyişimize,kuşkularımıza mahkum ederek elimizdeki kalemimizi
kendimiz kırıyoruz... Her şeye rağmen dünyada yaşanılabilecek güzel şeylerinde var olduğunu
aklımızdan çıkarmamalıyız Sevgi gibi Aşk gibi belki bu söylence mantığımızla
hep çatışma içerisinde olacaktır ama ordunun mağrur kumandanı hep sol taraftaki yerinde saltanatını
sürdürmeye devam edecektir... Özgürlük tükenince dilden düşen kelimelerin başına eklenen geri dönüşümü
olmayacak kadar bitap düşmüş"keşke"lerdir ve Aşk bir baş kaldırının yansıması
Özgürlüğün kazanımıdır. Sana özgürlük vaat etmiyorum! Onun için savaşmanı istiyorum Mustafa
Kemal Mertoğlu 29 Mayis 2001,istanbul
YARIM KALAN KUTLAMALAR TARİHİ
Mahpushane duvarına çizilmiş bir çizgi, Masa
başı takvimlerinde işaretlenmiş bir gün ya da ajandalara düşülen bir not 'yalnız kutlanacak
yıldönümüdür bugün' Mazinin belleklerde canlandığı slayt gösterilerinin zamanıdır. Yıllar
geçse de üstünden unutmayacak kalplerin fonda çalan şarkısıdır. Mum alevinin aydınlattığı
odada; Masanın üzerinde dolu iki kadehin, uçlarındaysa yalnız birinin dolu iki sandalyenin durduğu yarım
kalan bir kutlamadır. her şeyin geçmişe çark ettiği;Banklardan otobüs duraklarına,çay bahçelerinden
sahil kenarlarına, tiyatrolardan operalara, adliyelerden hükümet konaklarına,barlardan restoranlara, geniş
kaldırımlı caddelerden daracık sokaklara her yer paydos edilen bir film setidir. Oyuncularsa birer izleyicidir
artık. Filmse iki kişilik aşk literatüründe siyah-beyaz bir klasiktir. Üç yüz altmış beş
gün de bir tozlu raflardan indirilip izlenen ve “Son” yazısının ardından bir yıl sonraki
randevusu için yerine kaldırılan. Bir döngüdür; 'Bir birini izleyen akrep ve yelkovan,kendi dairesinde yol alan
bir tren ya da kuyruğunu kovalayan bir kedi' sürüp giden… Mustafa Kemal Mertoglu 9 Agustos 2003
SANAL SOHBETLER ÜZERİNE
Günümüz de teknoloji dendiği
zaman akla gelecek ilk buluş kuskusuz bilgisayarlardır. son 1900lü yılların ortalarında büyük bir
süratle gelişme gösteren bilgisayarlar gün gectikçe diğer teknolojileri etkilemekte hatta diğer sektörlerin
alt yapısını kurmaya başlamıştır.diğer sektörlerin bilgisayara bağımlı
olma devri bilgisayar teknolojilerinin gelişmesi ve her turlu denetimin bu yolla yapılması üzerine daha da
güçlenmiştir. Bu makinelerin gün gectikçe artması ile fiyatlarda büyük değişikliklere uğramıştır
bununla birlikte sayısı milyonları bulan bilgisayar kullanıcılarının bir birleriyle iletişim
kurma fikri ilk kez 1980 lerin başında Finlandiya’da bir oda içerisindeki bilgisayarların birbirlerine
bağlanmasıyla ortaya çıkmış ve bugünkü Internet denilen yapının temelleri atılmış
olunmuştur. kullanıcı çokluğunun artması, insanların kilometreleri sıfırlama büyüsüyle
bilginin paylaşılma sürecine geçilmesi sektör içerisinde yeni bir dalın meydana gelmesini sağlamıştır
daha doğrusu kaçınılmazın tam tersi olan Internet oluşturulmuştur. Bugün Internet dendiğinde
genellikle web,Chat ve mail terimleriyle karsı karşıya gelmekteyiz bunlarda kendi içerlerinde bir çok çeşitlilik
ve yenilikle halen daha gelişme göstermektedir. Bunlar içerisinde özellikle biri var ki nerdeyse günlük yaşamımızdaki
birebir ilişkilerimizin yerini tutacak derecede hayatımıza yön veren Chat Türkçe ifadeyle Sohbet. Chat i hiç
bilmeyenler için bu sanal dünyaya ilk girdiklerinde insanların karşısına sanki yepyeni bir dünya hatta
dünya içerisinde apayrı bir dünyanın kapılarının açıldığını görmektedirler.
Bunun en cazip tarafıysa kuskusuz renk,dil,irk,din ayırımının yapılmadığı özlenen
bir dünya olusudur. insanların bilgilerini özgürce paylaşabildiği sanal bir dünyadır. ama global teknolojilerin
ilerlemesiyle her teknoloji kendi içerisinde basitleşmeye başlamıştır bu da sanal ortamdaki yerini
almıştır. örneğin eskiden çamaşır makinesinin içerisindeki silindirin kendi kendini çevirmesi
nasıl olağan ustu idiyse ve bugün kimsenin dikkatini çekmiyorsa artık chatteki konuşmalarda insanlar için
o denli basitleşmeye başlamıştır bu da haliyle , basit fikirlerin,basit yapıdaki bilgilerin
paylaşılmasından öteye gidilmeyişine meyil vermiştir.Ama yinede hala cazibeli olan yani ise insanların
bu sanal alem içerisinde farklı bir kimliğe bürüne bilmesi, baskılardan arınmış bir yapıyla
hareket edebilmesi,kontrol mekanizmalarının yetersiz olması nedeniyle dindirilmemiş arzularını
bu yapay alemde gerçekleştirmeleridir. Sanal alem kilometrelerce uzaktaki insanları birbirine bağladığı
halde gerçek dünyadaki insanların ilişkilerini sosyal ve psikolojik yapılarını çok yönlü bir şekilde
değiştirmektedir. günde yarim saatle başlanan sohbetler gün gectikçe yerini saate hatta hatta saatlere bırakmaktadır.
insanları sosyal toplumdan koparıp a-sosyal yapıdaki biyolojik bir metabolizmaya dönüştürmektedir; chatte
tıpkı yemek yemek ya da boşaltım gibi sıradan bir işlev gibi varlıktaki yerini almaya başlamıştır.
Bugün binlerce insan bilmese de bu sanal alemin yaratmış olduğu bir hastalık vardır hastalığın
tanımını psikologlar söyle yapıyor; eğer kişi *günde 4 saatten fazla sanal ortamda kalıyorsa
*sanal ve reel alemi birbirine karıştırıyorsa *sosyal ilişkilerinde gerileme yaşıyorsa
*sanal alem içerisinde olmadıkları dönemde bir rahatsızlık duygusu ile karşı karşıya
kalıyorlarsa bu ciddi bir hastalıktır ve en yakın zamanda önlem alınması gereklidir psikologların
bu hastalığa verdikleri isim ise; NET-DEPRESIF. günümüzde bu hastalığa yakalanmış binlerce kullanıcı
hastalığın varlığından haberdar olmadan yine kendilerine açmış oldukları yapay
dünya da yaşamlarına devam etmektedir. ve Chat insanları o kadar farklı hale getirmiş ki insanlar
artık chatte bir dost kaybettikleri an nerdeyse hayattan soğumaya başlamışlardır lakin monitör
ekranında geçirdikleri vakitleri sosyal aktiviteler ve gerçek dostlarıyla geçirdiklerinde neler kazanabileceklerinin
farkında değildirler... makalemin bu son bölümünü bir tavsiye ile sonlandıracağım; sevgili kullanılıcılar
görünen o ki hepimizin gerçek hayattan bir firar olarak gördüğümüz bu yapay alemi küçük birer sosyal aktivite olarak
görmemiz gerekirken adeta bir yasama biçimi haline getirip onsuz bir yasamı düşlemeyecek duruma geliyoruz oysa karşımızdakilerin
bir gercek insan olduğunu unutmadan düzeyli bir biçimde faydalanabileceğimiz bir kaynak olarak görmemiz gerekmektedir. ekleyebileceklerim
içerisinde su vardır ki, insanlar burada sadece yazdıkları kadar vardırlar ama yazılarını
yönlendirmeleri kendi parmak uçlarındadır öz-nitel varoluş özelliklerine irade ederek hiç olmadıkları
halde arzulu bir liderlik kompozisyonu çizebilirler gerçek hayatlarında olmayan eksikliğine inandıkları
bir çok sayı sanal dünyada edine bilir yada edindiğini varsayıp karsısındakileri yine yazdıkları
ölçüde bilgilendirebilir. genelde bu tip insanlarda kişilik bozukluğu farklı karakter kıskaçlarının
oluşturulmaya çalışılmasıyla ortaya çıkan çift kişilikli karakter yada sizofrenik vakalardır.
Buna karşın bilgiyi paylaşım,yada ufak bir eğlenti yada kişisel komplekslerden uzak bir şekilde
kullanılması halinde insanları rahatlatan sorunlarından arındıran bir meşgale olacaktır
lakin hala insanin karşısına gecipte bir monitöre ve gelen yazılara içini dökmesi üzüntülü bir anını
paylaşması yada makine karşısında mutlu olması ne kadar normaldir bu ölçüt kişiden kişiye
değişmektedir. su zaman itibariyle görmüş olduğum en önemli sorun ise insanların burada kurdukları
ilişkilerin ilerde karşısına sorunlar yumağı olarak çıkıp onunla mücadele etmesi gereken
bir canavar haline dönüşmesidir.her dakika karsısındakinin ya da kendisinin net ortamından insanlardan
bahsetmesi kendini o yasam içine kıstırıp örneklendirmelerini oradan vermesi yada sosyal cevre olarak net ortamında
tanıştığı insanlarla birlikte olması yada kendini ifade güçlüğü çeken bir bireyin yaşamında
çok büyük bir rol oynayacak kişiyi net ortamından seçmesi temel kaygıların başındadır ama
söylediğim o dur ki yukarıdaki olumsuzlukları aşabilmiş ne için bu olanakları kullandığını
bilen farklı kişilik özellikleri çizmenin hiçbir yarar sağlamayacağına inanan vasıflı bireyler
içinse gerçekten de bir kazanç olabilir... Mustafa Kemal Mertoğlu 10 şubat 2001
YEREL YAYINCILIK
HAKKINDA
Yerel Kanallardaki Ana Haber Bültenlerini izledikten sonra gördüklerim karşısında dehşete
kapılmamam elde değil .İnsanların ölümü sonrası,ölüm anına ait görüntülerin kanallarca dakika
dakika yayınlanması biz izleyicilerin tüylerini diken diken etmekte. Bu yazıyı bir kurumu ya da kişiyi
rencide veya tenkit etmek maksadıyla yazmıyorum. Bunun nedeni Bölgelerinde geniş izleyici kitlesine sahip olan
kanalların bundan sonra insanının hassasiyeti doğrultusunda daha iyi yayın yapmasına ve biz
izleyicilerin nelere dikkat edip etmediğinin Daha iyi anlaşılması için yazıyorum. Bugün Yerel yayıncılar
belki de haberi bütün çıplaklığı ile izleyicilere yansıtmak isterken,düne kadar izleyicisi olan kişinin
şahsiyetine,ailesine ve onun sevenlerine farkında olmadan ne derin bir üzüntü ve esef yaşattığınızın
farkında değiller.. Ayrıca kanalların günün her saati , buna çocuklarda dahil olmak üzere her yaş
gurubuna hitap eden açık bir kanal oldukları bilincinde olmaları gerektiği de unutulmamalıdır,zira
bu tip görüntülerin bireyler üzerinde oluşturacağı etki ve erozyonun bir yayıncı olarak etkilerinin
özümsenmesi gerekmektedir.
Hiç kimsenin ´Biz yerel bir televizyonuz´ lafının arkasına sığınmaya
hakkı yoktur,öyle ki İstanbul´da meydana gelen bombalama eylemleri sırasında aynı hassasiyeti göstermeyen
ulusal kanalları nasıl eleştiriyorsak bir izleyici olarak yerel kanalları da eleştirebilme hakkına
sahibiz. Bugün bir çok yerde kimi ´Yerel televizyonlar´ örnek gösteriliyorsa bunun asıl nedeni dejenere olan Türk Yayıncılığının
yerelden genele doğru düzelebileceğinin anahtarı olduğunun dikkati çekilmek içindir. 11 Eylül Saldırılarında
binlerce kişinin ölümüyle sonuçlanan olaylarda Amerikan Televizyonlarında tek bir ceset görüntüsü dahil ekranlara
yansımamıştır,çünkü ilerde bu tip görüntülerin sonuçları hem sosyolojik hem de ruhsal açıdan
yine kendi insanlarına zarar vereceğinin bilincinde olmalarıdır, o halde bizler neden kendi insanımızı
yeterince düşünmüyoruz sorusu akıllara geliyor. Bunun nedeni bize verilen her şeye kayıtsız kalmamızdır
ve seçici davranmamamızdır öte yandan yayıncılar seçkin unsurları öne çıkardıkça unutulmamalıdır
ki seçkin Türk Toplumu da Onlara aynı ölçüde değer vereceklerdir.
Buna ek olarak Radyo ve Televizyon
üst kurulunun aşağıda belirtmiş olduğu maddeler etik bir yayıncılığın nasıl
olması gerektiğinin yasal bir verisidir. Yerel Yayıncılar olarak yasalar çerçevesinde bunlara saygı
duyacağınızdan kuşkum yoktur.
RTUK 4. MADDE e) Yayınların toplumun millî ve manevî
değerlerine ve Türk aile yapısına aykırı olmaması. s) Program hizmetlerinin bütün unsurlarının
insan onuruna ve temel insan haklarına saygılı olması. z) Gençlerin ve çocukların fiziksel, zihinsel
ve ahlakî gelişimini zedeleyecek türden programların, bunların seyredebileceği zaman ve saatlerde yayınlanmaması.
Bundan sonraki yayınlarında halkımızın bu tip hassasiyetlerini göz önünde bulundurulacağı
ümidiyle...
Mustafa Kemal MERTOĞLU
TESİSLEŞME
Ülkemiz Son yıllarda;
Avrupa Erkekler Basketbol Şampiyonası,Avrupa Bayanlar Voleybol Şampiyonası,Avrupa
Şampiyonlar Ligi Finali,Eurovision,Universiad gibi sayılı organizasyonların ev sahipliğini yapmış
ve yapılan her organizasyon bir sonraki için gerekli tecrübeyi bizlere kazandırmıştır. Bunun yanında
beklide yıllardır yapmak istediğimiz Avrupa Futbol Şampiyonası ve Olimpiyatlar için de neyin nasıl
yapılması gerektiğinin bir işareti olmuştur. Zira Yukarıda saydığım organizasyonların
temelinde tesisleşmenin hayata geçirilmesi var,öte yandan yıllardır maket sunumlarla Dünya Olimpiyat Komitesinin
kapısından eli boş dönmemizin nedeni de bu realiteyi sağlayamamış olmamızdır.
Öte yandan ülkemizde bu tesisleşme harekatının son noktasını İstanbul Kurtköy'deki
"İstanbul Park Formula1" pistinde görmekteyiz. Bir çok insanın taktirini toplayan bu pisti ne kadar sahiplendiğimiz
sorusunu da siz okuyucularımla paylaşmak isterim. Bu müthiş tesisin yapılamayacagına kendimizi o
kadar inandırdık ki sadece Danışmanlık Hizmeti veren İnşaat Mühendisi Hermann Tilke'yi
pistin Mimarı olarak tanıttık. Bu yanlış intibaya ön ayak olan ise maalesef ulusal basınımız
olmuştur. Özellikle Mesleğimden ötürü(İç Mimar) tesis ile ilgili arastırmalarımı yaparken Pistin
tamemen Türk Mimar ve Mühendisleri tarafından yapıldığını görmüş bulunmaktayım Projenin
sorumlusu ise Yüksek Mimar İsmet Köseoğlu'dur.
Proje'nin başlaması
esnasında Herman Tilke'den danışmanlık hizmeti alınmış olup bizzat İsmet Köseoğlu'nun Almanya'nın Nürburgring pistini
Analiz etmesiyle Gerçekleştirilmiştir.
Küresel Köy
Dünyanın küresel bir Köye döndüğü günümüzde Bu Grand Prixi 2 Milyar kişi takip
ederken Toplum Gazetesi'nin bunun dışında kalması düşünülemezdi. 19-20-21 Agustos 2005'te yapılan
Formula 1 yarışlarında Yerel basın olarak bizde İstanbul Park pistindeki yerimizi aldık. Günün
erken saatlerinde izleyiciler gerek toplu taşıma gerekse özel araçlarıyla pistin yolunu tuttular. Görünen o
ki, Artık Motor sporlarında da tıpkı Futbol takımlarında olduğu gibi çeşitli taraftar
gurupları oluşmaya başladı. En büyük farksa saatte ortalama 300 km/h ile yapılan hayati risk tasıyan
bu sporun taraftarlarının futbol izleyicilerinin aksine daha bilinçli olması. Bunun bir görsel şölen oldugunu
unutmamaları. Gerek İstanbul park ın Aktivite alanlarında gerek tribünlerinde ve padocklarında rengarenk
giysiler ve bayraklar eşliğinde insanlar bu heyecana ortak oldular.Herkesin gönlünde bir takım bir pilot vardı
ama kimse başarısızlıkları için ah vah etmedi zira tuttukları kişi ve ekip yarısın
ön saflarında da olsa arkalarında da olsa döndükleri her virajda alkışla ve fotoğraf makinelerinin flaşlarıyla destek verdiler. Yarış öncesi Aktivite alanlarına kurulan
standlarda insanlar otomobilleri yakından tanıdılar,sponsor firmaların aktivitelerine katıldılar.
Turizm ve Reklam
Ayrıca yıllardır
"Yoğurt","Şiş Kebap" ve "Rakı" sı ile tanınmaya çalışan bir ülkenin hesaba vurulduğunda
3 gün içinde 10 yıllık bir reklamı yaptığı göze çarpmaktadır. Yıllardır Komşularıyla
iyi ilişkiler içinde bulunamayan bir ülkenin ise Motor sporlarıyla bu uluslar arası birleştiriciliği
perçinlemesi ise pistteki,Bulgar,Yunan,Rus vs.. Bayraklarıyla gözler önüne serildi.
Yarış
Birinci Turkiye
Formula1 Yarışını İngiliz-Alman Ekibi olan Mc laren-Mercedes'tes Finlandiyalı Pilot Kimi Raikkonen
Kazandı ve bu birincilikle birlikte adını tarihe yazdı. Öte yandan Grand Prix 2 de yarışan Pilotumuz
Can Artam'ı da Türk izleyiciler piste yarışırken görme imkanı buldular.
Karanlık için
üzülmek yerine bir mum yakıp bu güzel olaya imza atan ve pisti doldurarak bu bilince ortak olan herkese teşekkürlerimi
sunmak isterim. Umarım uluslar arası bu örnek yerel manada tesisleşmenin önemini ve değişen toplum
profilini anlamamız adına bizlere yardımcı olup Ardeşen'imiz için de oluşturulacak spor Alanları
için ilham kaynağı olur…
İstanbul Park
Pistinin Genel Özellikleri
Pit
(garajların ve bakım/servis ceplerinin bulunduğu alan) binasındaki ana yapı 42 bin 500 metrekare.
Bu yapının her iki köşesinde birer kule var. Her iki kule, altışar kat. Toplam 5 bin 400 metrekare
kapalı alanda ve 3 katta Türk VIP misafirler ağırlanacak.
* Birinci kulenin altındaki iki kat,
yarış kontrol merkezi.
* Tesisin zemin katında, piste bakan yüzünde, 33 adet Formula 1 aracı bakım
merkezi bulunuyor (Pit Alanı).
* Pitlerin üzerindeki kapalı alan F1'in yurtdışından gelen
özel misafirleri için...
* Padok Kulüp (her pistte yer alan bu özel bölüm, Pit Alanı ve garajların hemen
arkasında bulunur ve Grand Prix'nin merkezi) olarak adlandırılan kapalı mahallin piste bakan cephesinde,
1250 kişi kapasiteli tribün var.
* Yarışı bin 450 metrekarelik Basın Konferans Salonu'nda
aynı anda 610 gazeteci takip edebilecek. Ayrıca 110 fotoğrafçı çalışabilecek. (1. Kule'nin altı)
* Pit binasındaki WC gruplarında toplam 280 klozet, 280 lavabo, 80 pisuvar, 20 duş ünitesi mevcut.
* Pit binasının hemen karşısında yer alan ana tribün binası, 26 bin 250 kişi kapasiteli.
Pist çevresinde ise 50 bin kişilik portatif tribün kuruldu.
* Tesisi çevreleyen alanlar, VIP için bin 400 araç,
personel ve F1 kullanımı için 200 araç ve ziyaretçi kullanımı için 9 bin araç kapasiteli.
* Türkiye
F1 pisti saat ibresinin tersi istikametinde dönüyor (Brezilya gibi).
* Pist üzerinde azami kot farkı 43 metre
(En alçak nokta ile en yüksek nokta arasındaki fark). Bu değer tüm F1 pistleri içerisindeki en yüksek değer.
* Pistin en çarpıcı özelliği tüm pist boyunca devam eden boyuna eğimleri ve bu eğimli alanların
geçişi sırasında, pilotların kör noktalarında aniden karşılaşacakları hızlı
ve yerçekimi ivmeli virajlar.
* Pistin uzunluğu toplam 5 bin 338, genişliği 14 metre. Boyuna düz olan
tek kısmı start-finish düzlüğü. Bunun dışındaki tüm bölümlerde pist sürekli iniş çıkışlı.
* 6 yüz bin metrekare asfalt döküldü (tüm pist ve tesis). Bu rakam 6 şeritten oluşmak kaydıyla 30 km
uzunluğunda bir otoyola eşdeğer.
* Pistteki teorik olarak en yüksek hız 321 km/h, en düşük
hız 96 km/h. Beklenen ortalama hız 225 km/h olup şu anda takvimdeki en hızlı pistler arasında.
Tur süresi ise 1 dakika 26 saniye civarında.
"Haberin
Fotograflarını " http://community.webshots.com/user/mkmdesign " Adresinde Bulabilirsiniz.
İç
Mimar Mustafa Kemal Mertoğlu
Toplum
Gazetesi,İstanbul
|